Deniz ULUSOY


YA GİTMEZLERSE?

YA GİTMEZLERSE?


Kader seçimi
Ülkemizdeki hemen her seçim “kader seçimi” olarak adlandırılır. Her seçim öncesinde sandığa davet edilirken “bu seçim çok önemli” diye duymayan yoktur eminim. Ve düzenli olarak her “kader seçimi”nde alın teriyle geçinen emekçi yoksul halkı, daha fazla emekle daha yoksul bir ülkede yaşamak bekler. Kendi kaderini tayin edebilecek kadar kalabalık olması, daha iyi bir ülkede yaşamak için gerekli olan yöneticileri seçerek sonuçlanmaz. İtinayla din, milliyetçilik, şovenizm ve benzeri gerici metotlarla ayrıştırılan halk, vitrine çıkanların neredeyse tamamının halk sınıfından olmadığını fark etmez bile. “Kader seçimi” ile değişen kader milyonlarca lirayı çerez parası misali vekil adaylığına dökebilecek kadar halkın yaşam koşullarından uzak sıradaki sermaye temsilcilerine düşerken, değişmeyen makûs kader ise halka kalır. Ve fakat tüm bunları ortaya koyduktan sonra aynı cümleyi ben de kuracağım: Bu seçim sadece bir seçimden ibaret olmayıp kader seçimimizdir. 
Hafıza çoğu zaman özenle uzak bırakıldığımız bir olgu. Gelin şimdi biraz anımsayalım; 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Recep Tayyip Erdoğan %52,5 ile önde bitirdi. “Hile yapıldı”, diyenler oldu, “bu halktan adam olmaz” diyenler oldu ve tabi “adam kazandı” diyenler oldu… Aslında aynı sonucun farklı bakışlardan iç rahatlatıcı ifadeleriydi tüm cümleler.  İçinde bulunduğumuz günlerde açıklanan pek çok anket ve bu anketlere bağlı olarak karışan kafalar görüyoruz, duyuyoruz. Nasıl olur da en azından son beş yılı baz alsak dahi, bunca yaşanan şeyin ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın hala kazanma ihtimali var?
Nasıl olur da halkımız hiçbir şeyi görmez, duymaz, bu fakirliğin, bu dilenci muamelelerinin, bu sonu gelmek bilmeyen skandalların ardından, nasıl olur da ısrarla oy verebilecek motivasyonu kendinde bulur? Önce bir sakin olalım sonra öfkemizi doğru yere yönlendiririz. Anketlerin doğruluğunu sağlamanın çok basit bir yöntemi var esasında. Hemen şöyle bir düşünmesi gerekiyor her birimizin: 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy verip şimdi oy vermeyeceğim diyen tanıdıklarınız var mı? Bu cevabın kesinlikle “Evet” olduğunu fark edeceksiniz. Cevabın hayır olma ihtimali sadece AKP genel merkezinde var. O da kesin değil sadece bir ihtimal. Sizce bu durumda yüzde 1,25 oy ve daha fazlasını kaybetmemiş olmaları mümkün mü? Elbette değil. Peki daha önce Erdoğan’a oy vermedim, ama bu son beş yıl içerisinde ülkeyi öyle güzel yönettiğini gördüm ki bu kez kesinlikle oyum Erdoğan’a, diyen tanıdıklarınız var mı? Bunun cevabının da kocaman bir hayır olduğunu fark edeceksiniz. Bu nedenle bu seçimlerin kazananı kim olacak konusu ayrı bir konu olmakla birlikte, kaybedeninin Erdoğan ve iktidar cephesi olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. 
İktidar kaybettiğini biliyor
Bunu kendi insanlarımıza söylememiz bu denli ikna veya ispat gerektirirken, iktidar temsilcileri gideceklerini çoktan anladılar. Fakat Erdoğan iktidarının gelmiş geçmiş tüm iktidarlardan belirgin bir farkı olduğunu düşünüyorum. Belki de kendi kitlesi tarafından tapılırcasına sevilmesinde bu işaret edeceğim faktör çok büyük rol oynuyor. Erdoğan cüretkardır. Muhalefet, aman kimse beni HDP ile yan yana görmesin diye çaresizce çırpınırken, O Öcalan’dan mektup okutur örneğin. Gizlemez saklamaz, ama tutar ama tutmaz ayrı konu. Erdoğan’ın siyasi tarihi özellikle de kişisel menfaatleri söz konusuysa bunun sayısız örneği ile doludur. Tüm kariyerini ele almaya vaktimiz yetmeyecek, biraz daha yakın geçmişe gelelim bu nedenle. 
Yıl 2015. 7 Haziran’da yine Türkiye bir kader seçimi yapmış. O sıralar Bahçeli ile Erdoğan kanlı bıçaklı. Muhalefetin toplam 292 sandalyesine karşın, AKP’nin 258 azınlığı söz konusu. Yasa, anayasa, teamüller her şey bir kenara itilip hükümet kurma yetkisi, hükümeti bir türlü kuramayan Davutoğlu’ndan alınıp verilmez Kılıçdaroğlu’na. Ülke yeniden 1 Kasım 2015 tarihli seçime sürüklenir. Erdoğan cüret etmiş, Davutoğlu o süreci anlatacak kadar ileriye hala gidememiş ama, Türkiye en büyük bedellerini bu iki tarih arasındaki 147 günde ödemiştir. Suruç ve Ankara Gar katliamları başta olmak üzere pek çok faşist saldırı ile Davutoğlu (AKP) hükümet kuramıyorsa kimseye rahat uyku yok mesajı verilip, kelimenin gerçek manası ile halka karşı terör uygulanmıştır. Halkın huzur içinde yaşama isteği ağır basmış, sonu gelmeyecek gibi görünen şiddet sarmalından kurtulmak adına, %10 oranında yön değiştirip 1 Kasım’da yeniden AKP’yi tek başına iktidara taşıyarak, bu terör karşısında diz çökmüştür. Sonrasında AKP bu yöntemi sevdi. Hatta Sedat Peker de “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve kanlarınızla duş alacağız” diyerek mitingler düzenliyordu. Yalandan yargılamanın sonucu iki yıl sonra gelecekti: Beraat. 
Bundan sadece bir yıla yakın bir süre kadar sonra, 15 Temmuz 2016 tarihinde ise göz yaşları ile davet edilen, gazetesine abone olmayanın dövüldüğü, besmelesiz adını anmaya korktukları, “Fettullah Gülen Hoca Efendileri Hazretleri” falan dedikleri kişinin ihanetine uğradılar. Bu kavganın halkı ilgilendiren yanını ben hala bulabilmiş değilim. Fakat yine filler tepişti, çimenler ezildi. O ana dek 12 Eylülcülere rahmet okuturcasına, toplanan üç kişiyi görse Gezi kâbusları gören, tomayla, gazla, copla müdahale edip, terörist ilan eden kendileri değilmiş gibi, “demokrasinin geçtiği yol sokaktır” diyerek halkı davet ettiler meydanlara. Hatta bu daveti yaparken o kadar emin değillerdi ki kendilerinden, ya uçakta ya gizli bir yerde bulundular rüzgâr lehlerine dönene dek. Erdoğan bir kez daha direnişinin, cüret edişinin sonucunu kazanımla, zaferle taçlandırmıştı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini anımsayalım şimdi de. Önce mızıkçı bir çocuk misali aynı zarftaki oylardan işlerine gelmeyeni iptal ettiler, sonra ağır yenilgi tadarak bıraktılar koltuğu İmamoğlu’na. Fakat çok sonraları duyduk ki, Büyükada İskelesi’ne çöken TÜGVA mahkeme kararına karşı polis nezaretinde direniyor, ve pek çok gerici vakfa devredilen İBB mülkünde benzer hikayeler yaşanmaya devam ediyor. 
İktidar kaybettiğini biliyor ve daha önce kaybettiğinde işe yarayan yöntemleri kullanacak cürete de tecrübeyle sahip. Yaşanması muhtemel senaryolarla aynı ırmakta yeniden yıkanmamızı istiyorlar. Fakat işin ilginç yanına şimdi gelelim. “Aman ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey” tarzı muhalefet, bunca yaşanmış örneğe rağmen bir soruyu sormamızı adeta beyzbol sopasıyla döverek savuşturuyor: “Ya Gitmezlerse?” Evet bu soruyu AKP iktidarına muhalif olan herkes açıktan değilse bile içinden muhakkak soruyor. Ya gitmezlerse? Ya ellerindeki yargı, polis, asker sopasını kullanmaya kalkarlarsa? Ya tarihini bile kendilerinin belirlediği seçimlere Amerikan darbesi deyip, Erzurum’da taşlarlarsa… Aaa sahi Erzurum’da taşladılar, katliam provası yaptılar değil mi!..
Sonuç Yerine..
Bu seçim bir beş yıl daha bu halkın dayanacak gücü olmadığını en başta muhalefetin bilmesi gerektiği seçimdir. 
Bu seçim canımızın bozuk para misali harcanabilecek bir şey olmadığını, tam da bu nedenle “ya gitmezlerse” sorusuna cevap bularak sandığa gitmemiz gereken bir seçimdir. 
Bu seçim “atı alanın Üsküdar’ı geçişini” izleyemeyeceğimiz, kazandığımız halde kaybettiğimizin ilanını, yahut mızıkçılık yapılarak YSK’nın ertelediği yeni bir tarihi sessizce kabul edeceğimiz değil, B-C-D planlarımızın olması gerektiği seçimdir.
Bu seçim muhalefet neye karar verir bilinmez ama halkın sabaha kadar sokakta olup, verdiği oya sahip çıkacağı seçimdir.
Bu seçim AKP iktidarından sonsuza dek kurtulacağımız seçimdir. 
Bu seçim iyiler ile kötüler arasındaki seçimdir.
 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.